1 ARALIK DÜNYA HIV/AIDS FARKINDALIK GÜNÜ
HIV/AİDS’de neler oluyor?
“HIV/AIDS nedir? Belirtileri nelerdir?
HIV, "İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü" olarak adlandırılan bir çeşit virüstür. Herhangi bir kişi bu virüsle enfekte olduğunda "HIV pozitif" tanısı alır. HIV bulaştığı zaman virüs bağışıklık sisteminin organizatörü ve planlayıcısı olan CD4 lenfositleri adı verilen beyaz kan hücrelerine yerleşir ve zamanla çoğalmaya başlar. Hastalık ilerledikçe beyaz kan hücrelerinin sayısı azalmaya başlar. Bu azalma kritik bir seviyeye indiğinde enfeksiyonlara ve bazı kanser türlerine karşı bağışıklık sisteminin koruma fonksiyonu zayıflar. Sonuç olarak normal bir insanda hastalığa neden olma olasılığı düşük olan mikroorganizmalar, virüsle enfekte olan kişilerde hastalıklara yol açabilir.
“AIDS mı, HIV mı?”
Sağlıklı bir bireyde CD4 lenfositleri sayısı 800 ile 1200 aralığındadır. CD4 sayısı 200'ün altına düştüğünde ise, kişinin bağışıklık sistemi ciddi şekilde zayıflar ve fırsatçı enfeksiyonlar ile bazı kanser türleri kolayca gelişebilir. Enfekte olan ve CD4 sayısı kritik eşik olan 200’ün altına düşen birey AIDS tanısı alır. AIDS, "Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu" anlamına gelmektedir. Her iki terim de aynı hastalığı tanımlaması nedeniyle kafa karıştırıcı olabilir. AIDS’i, HIV’in neden olduğu hastalığın ilerlemiş hali olarak da tanımlamak mümkündür.
“HIV belirti vermeden, sessizce ilerler”
HIV ile enfekte olan birey, bir süre sonra grip benzeri bir hastalık geçirebilir. Bu döneme "Primer HIV Enfeksiyonu" ya da "Akut Retroviral Sendrom" adı verilmektedir. 15-20 gün gibi kısa süren bu dönem atlatıldıktan sonra sessiz dönem (latent) olarak adlandırılan sürece girilir. Kişiden kişiye değişmekle birlikte yaklaşık 2-10 yıl arası sürebilen bu dönemde, genellikle hastalıkla ilgili hiçbir bulgu ya da belirti olmayabilir. Sessiz dönemde CD4 sayıları azalmakta ve vücuttaki virüs miktarı artmaktadır. Son olarak CD4 sayılarının kritik düzeylere gelmesi (< 200) ile birlikte hastalarda fırsatçı enfeksiyonlar ve kanserler ortaya çıkmaya başlar.
“HIV Konusunda Farkındalık Hayat Kurtarır”
Virüse karşı vücutta gelişen antikorları gösteren anti-HIV testinin pozitif bulunması ile HIV tanısı koyulmaktadır. Basit, ucuz, kolay erişilebilen ve birçok laboratuvarda yapılabilen bir testtir. Bulaşma sonrası genellikle ilk 10 gün içinde (7-15 gün) pozitif hale gelmektedir. Testin tekrarında da sonuç pozitif bulunursa doğrulama testi yapılarak kesin tanı konulur. Ülkemizde bu testler evlilik ve işe giriş işlemlerinde, adli vakalarda, kan bağışında rutin olarak uygulandığı gibi, bireyin kendi isteği ile de yapılabilmektedir.
“Testler ücretsiz ve sonuçları mahrem tutulur”
Toplum içerisinde ayrımcılık ve damgalama, tanı testlerinin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Hastalık riski taşıyan bireyler, yakın çevresi tarafından dışlanacağı korkusuyla test yaptırmaktan kaçınabilmekte; test yaptırsa bile sağlık hizmeti kayıtlarında test sonuçlarının yer almasını istemeyebilmektedir. Bu gibi durumların önüne geçmek amacıyla ülkemizde kimlik bilgilerini paylaşmaya gerek olmaksızın, tamamen ücretsiz HIV testi yapılmasına olanak sağlayan Gönüllü Danışmanlık ve Test Merkezleri (GDTM) hizmet vermeye başlamıştır. Bu merkezler sayesinde mahremiyet ihlali yaşanmadan, test öncesi ve sonrası danışmanlık hizmeti alarak test yaptırmak mümkündür.
“Kadınlara eşleri bulaştırıyor”
HIV testi yaptırmak için müracaat edenlerin çoğunun erkekler olduğu görülmektedir. Kadınlarımızın bu konudaki farkındalığı maalesef halen yeterli seviyede değildir. Dünya genelinde HIV pozitif tanısı alan bireylerin yarısını kadınlar oluşturmaktayken ülkemizde bu oran yüzde 18,5 dolayındadır. Ülkemizde HIV ile enfekte kadınların profili incelendiğinde, genelde tek eşli oldukları ve hastalığın eşleri tarafından kendilerine bulaştırıldığı anlaşılmaktadır. Kadınların çoğu sosyo-ekonomik olarak eşlerine bağımlı ve eğitim seviyeleri düşük olduğu için hastalıktan haberdar olmadıkları ya da hastalığa karşı korunma yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmadıkları görülmektedir.
“Tanı ve tedavi ile bebeğe bulaşması önlenebilir”
Halbuki, özellikle kadınlarımızın hastalık hakkında bilinçli olmaları oldukça önemli. Peki kadınları bu denli önemli yapan ne? Çünkü kadınlar pediyatrik HIV enfeksiyonundaki kilit nokta. Pediyatrik HIV enfeksiyonlarının yüzde 90’ı hamilelik, doğum ya da emzirme döneminde bulaşma yoluyla anneden çocuğa geçmektedir. Halbuki HIV tanısı almasına rağmen, tedavi başlanmış ve tedavisine düzenli devam edilen anneden çocuğuna hastalık bulaşmaz. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre içerisinde bulunduğumuz 2023 yılında anneden bebeğe bulaş hiç görülmedi. Bu önemli sonuca hamilelik döneminde anne adaylarına yapılan tarama testleri sayesinde ulaşılmıştır. Tabii ki doğum sonrası çocuğun alacağı profilaksiyi ve emzirme ile ilgili olan özel şartları göz ardı etmemek gerekmektedir.
“HIV/AIDS Farkındalığı Giderek Artıyor”
Hastalığın ilk kez ortaya çıktığı 1980 yılından günümüze yaklaşık 44 yıl geçmiştir. Bu süre zarfında, tüm dünyada yaklaşık 88 milyon kişi HIV ile enfekte olmuştur. HIV/AIDS ilişkili hastalıklar nedeni ile 42 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. DSÖ verilerine göre 2023 yılında tüm dünyada 1,3 milyon yeni HIV enfeksiyonu ve buna bağlı olarak 630 bine yakın ölüm olmuştur. Halen dünyada yaklaşık 40 milyon bireyin HIV ile yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu sayının yaklaşık yarısını kadınlar, 1.5 milyonunu ise 14 yaşın altındaki çocuklar oluşturmaktadır. Diğer yandan HIV tanısından haberi olmadan yaşayan bireylerde hastalığın ilerlediği ve diğer insanlara hastalığı bulaştırmaya devam ettikleri de bir gerçektir.
Ülkemizde ilk vakanın görüldüğü 1985 yılından bu tarafa, HIV testi doğrulaması yapılan 45 binin üzerinde vaka bildirilmiştir. Gerçek sayının bunun çok daha üstünde olduğu bir gerçektir. Son yıllarda yeni tanı sayısının giderek arttığı ülkelerden biri olarak Türkiye’de her yıl ortalama 5000-6000 birey HIV enfeksiyonu tanısı almaktadır.
Ülkemizde gittikçe artan HIV ile yaşayan birey sayısındaki artıştan cinsel ilişkilerde koruma (kondom, temas öncesi profilaksi) önlemlerinin ihmal edilmesi, tedavi başarısının getirdiği yalancı güven hissi, hastalığının farkında olmayanların hastalığı bulaştırmaya devam etmesi ve güvenli cinsel eğitimlerin gerektiği kadar verilmemesi sorumlu tutulabilir.
“Bulaşma Yolları Konusunda Bilinçlenmek Oldukça Önemli”
Risk taşıyan bireylerin toplumdan dışlanma korkusuyla test yaptırmaktan kaçınması hastalıkla mücadelede aksaklıklara neden olmaktadır. Toplumda hastalığın bulaşma yolları ile ilgili bilincin artması, hastalıkla mücadelede oldukça önemlidir.
HIV, özellikle cinsel yolla bulaşmaktadır. Vajinal seks, kadınlarla veya erkeklerle yapılan anal seks ve oral seks ana bulaşma yollarıdır. Bu açıdan bakıldığında, HIV bulaştırma riskinin büyük oranda prezervatif kullanarak azaldığı akıldan çıkarılmamalıdır.
Kan (adet kanı dahil) ve kan ürünleri, semen ve seminal sıvı, vajinal salgılar, anne sütü, aynı enjektörün paylaşılması (özellikle damar içi madde kullananlarda), dövme ve piercing, kaza ile enjektör iğnesinin ele batması (HIV pozitif kişinin), kan nakli, anneden bebeğe (doğum öncesi, doğum sırasında, doğum sonrası dönemde) ve organ nakli (organ verici HIV pozitif ise) sıklıkla karşılaşılan diğer bulaşma yollarıdır.
Tükürük, gözyaşı, ter, dışkı veya idrar, sarılma, öpüşme, masaj, el sıkışmak, böcek-sivrisinek ısırıkları, HIV pozitif olan biriyle aynı evde yaşamak ve HIV pozitif olan biriyle ile aynı duş veya tuvaleti paylaşmakla hastalık bulaşmaz.
“HIV/AIDS, Uygun Tedavi ile Ölümcül Bir Hastalık Olmaktan Çıktı”
Hastalığın tedavisi anlamında yıllar içerisinde çok şey değişti:
İlk yıllarda hastalar bir avuç dolusu ilaç kullanırken, ki bu ilaçların yan etkisi çok ve kullanımı zordu, günümüzde günde tek veya 2 tablet ile tedavi mümkündür. Ayrıca yeni ilaçların yan etkisi oldukça az ve kullanımı da oldukça basittir. Daha önceki yıllarda herkese tedavi verilmezken artık tanı koyulan herkese bir an önce tedavi başlanıyor. Bu sayede virüsün başka kişilere de bulaşmasının önüne geçilmiş oluyor. Her ne kadar mevcut ilaçlarla hastalık tamamen yok edilemese de virüsün saptanamaz düzeylere gelmesi sağlanmaktadır. Tüm bu gelişmelerle birlikte HIV enfeksiyonu artık ölümcül bir hastalık olmaktan çıkarak kronik ve yönetilebilir bir hastalık konumuna gelmiştir. Erken tanı ve ömür boyu tedavi ile birlikte, HIV ile yaşayan kişilerde beklenen yaşam süresi HIV ile enfekte olmayan yaşıtlarıyla benzerdir. Ayrıca son yıllarda tedavileri basitleştirme yönünde çalışmalar da devam etmektedir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde uygulanan, ülkemizde de ruhsat çalışmaları devam eden ama bir tedavi yönteminde hastalar sadece 2 ayda bir uygulanan enjeksiyon tedavisi ile takip edilmektedir.
“Tüm dünyada hedef 95-95-95”
Günümüzde tedavide tüm dünyada hedef 95-95-95 olarak tanımlanmaktadır: yani hastaların en az yüzde 95’ine tanı koyulması, tanı koyulanların en az yüzde 95’inin tedaviye başlamış olması ve tedavi alanların da en az yüzde 95’inin kanında virüsün saptanamaz düzeylerde olması hedeflenmektedir. Tüm dünyada, hastalığını bilenlerin oranının yüzde 86, bunların içinde tedaviye erişim oranının yüzde 89 ve viral yükün saptanamaz düzeyde olma oranının yüzde 93 olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde HIV pozitif tanısı alan hastaların tedaviye erişmesi açısından bir sorun bulunmamaktadır. Tüm güncel tedavilere ülkemizde ulaşılabilmekte ve tedaviler Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ömür boyu karşılanmaktadır.
Burada akıldan çıkarılmaması gereken nokta; HIV bulaşması konusunda riskli davranışlarda bulunan bireylerin erken dönemde test yaptırarak hastalık fazla ilerlemeden tedaviye başlayabilmesinin oldukça önemli olduğudur. Ve eğer kişi tedavisini ömür boyu uyumlu bir şekilde devam ettirirse kaliteli bir yaşam sürer, evlenebilir ve doğal yollarla çocuk sahibi olabilir.
“Tedavi Sürecinin Anahtarı: Belirlenemeyen Bulaştırmaz (B=B)”
Tedavi yöntemlerinde yaşanan gelişmeler sonucunda, tedavi sürecinde kullanılan ilaçların yalnızca hastalığı kontrol altına almakla kalmayıp aynı zamanda bulaşmayı da engellemekte olduğu gerçeğini hiç unutmamamız gerekir.
Belirlenemeyen=Bulaştırmayan (B=B) diye tanımlanan bilimsel gerçek, HIV alanındaki en güncel kavramlardan birisidir. Güçlü̈ bilimsel araştırmalar, düzenli tedavi alan ve virolojik baskılanmış (kanda HIV konsantrasyonunun belirlenemeyecek düzeyde olan) kişilerin cinsel yolla HIV’i bulaştırmadığını göstermektedir. Bu durum, Belirlenemeyen=Bulaştırmayan olarak tanımlanmaktadır.
B=B, HIV ile yaşayan ya da HIV’den etkilenen milyonlarca insanın yaşam kalitesini artıracak ve sağlık çalışanlarının işini kolaylaştıracak eşsiz bir mesajdır.
Toplumda ön yargıların ve endişelerin ortadan kaldırılması için belki de en fazla vurgulanması ve tekrar edilmesi gereken kavramdır.
“Tedaviye Erişim Konusundaki Sıkıntılar Ortadan Kalkmalı”
“Türkiye, sağlık hizmetlerine ve tedaviye erişimde, dünya genelinde ön sıralarda yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları HIV tedavisine tamamen ücretsiz ulaşabilmekteyken, Türkiye’de yaşayan yabancı kökenli kişiler HIV tedavisine erişimde birtakım engellerle karşılaşmaktadır.”
SGK Genel Sağlık Sigortası kapsamında, Türkiye’de ikamet izni olanların, geri ödeme sistemi aracılığıyla sağlık hizmetlerine erişimi sağlanmaktadır. Bireysel ya da kurumsal olarak prim ödemek şartıyla SGK’ya kayıt olduktan sonra eğer kişi HIV tanısı alırsa, SGK kişinin HIV tedavisini geri ödeme kapsamında ücretsiz olarak sağlamaktadır. Ancak bu durumun tam tersinde, yani kişi sosyal güvenlik sistemine dahil olmadan önce HIV tanısı almışsa, SGK kişinin HIV tedavisi masraflarını karşılamamaktadır. Bunun yanı sıra, ülkemizde yasa dışı bulunan, kayıt dışı çalışan ya da koruma statüsünde bulunan yabancıların HIV tedavisine ücretsiz ulaşmaları neredeyse imkansızdır. Kayıtsız yabancıların ülkemizdeki gerçek sayısının bilinmemesi ve bu nüfus grubunun tanı ve tedavi hizmetlerine erişiminde yaşanan yasal engeller, sorunun ne kadar büyük olduğunu bize göstermektedir. Tedavi edilmeyen her bireyin, HIV bulaşı ve epideminin kontrolü açısından toplum sağlığını da olumsuz yönde etkileyebileceği göz önüne alınınca, bu engellerin aşılmasının gerekliliği daha iyi anlaşılmaktadır.”
“Hastalıkla Mücadele de En Büyük Engel: Dışlanma Korkusu ve STIGMA”
İlk tanı sırasında hastanın doğru bilgilendirilmesi ve bu hastalığın, geliştirilen yeni tedavi yöntemleri sayesinde, artık ölümcül olmaktan çıktığının hastaya aktarılması çok önemlidir. Çevreden, internetten ya da farklı kaynaklardan hastanın edindiği doğru-yanlış, gerekli-gereksiz birçok bilginin yerine doğru bilginin sabırla hastaya aktarılması çok önemlidir. İlk tanı şoku atlatıldıktan sonra, takip sırasında hastamız olan bireyler tedavi sürecinde arkadaşımız ve birer yakın dostumuz olmaktadır. İlk korkuları hatırlatıldığında, ne kadar gereksiz yere üzüldüklerini gülerek anlatmaktadırlar. Tüm bunlardan bağımsız olarak, şu an için tedavi konusunda hayat boyu ilaç kullanma gerekliliği önemli bir sorundur. Hastalar “Bu ilaçlar beni yakın gelecekte hastalığımı tedavi edecek ilaçlara eriştirecek köprüdür” ifadesini akıllarından asla çıkarmamalıdır. Eski tedavilere oranla çok az olmasına karşın yine hasta bazında ufak tefek yan etkiler görülebilmektedir.
Ayrıca hastalarımızın tanılarını başkaları ile paylaştıklarındaki damgalanma ve ayrımcılık (stigma) halen ülkemizde ve tüm dünyada önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Damgalanma ve ayrımcılığa uğrama korkusu nedeniyle kişiler HIV testi yaptırmaktan, test yaptırıp pozitif çıktıklarında da durumlarını başkalarına açıklamaktan ve tedaviye ulaşmaktan çekinmektedirler. Maalesef günümüzde HIV enfeksiyonu değil, ayrımcılık ve damgalama öldürür hale gelmiştir.
HIV ENFEKSİYONU DERNEĞİ
Prof.Dr.Fehmi Tabak
Prof.Dr.Bilgül Mete
Prof.Dr.Hayat Kumbasar Karaosmanoğlu
Prof.Dr.Özlem Altuntaş Aydın
Prof.Dr.Dilek Sevgi Yıldız
Prof.Dr.Meliha Meriç Koç
Doç.Dr.Esra Zerdali
Uz.Dr.Alper Gündüz
İletişim: hivend.mail@gmail.com